Yıl: 2000/ Cilt: 2 Sayı: 1 Sıra: 2 / No: 88 /     DOI:

Anlamlandıran Bir Varlık Olarak İnsan
Araş.Gör. Derda KÜÇÜKALP
Uludağ Üniversitesi - İ.İ.B.F - Kamu Yönetimi Bölümü

  Düşünce tarihinde insana ilişkin pek çok tanıma rastlanabilir. Kimi düşünürler insanın siyasal bir varlık (zoon politikon) olduğunu, kimileri ekonomik çıkarlarının peşinde koşan bir varlık (homo-economicus) olduğunu, kimileri ise oyun oynayan bir varlık (homo-ludens) olduğunu iddia etmişler ve insanın diğer varlıklardan ayrılan özgül yanının arayışı içinde olmuşlardır. Söz konusu tanımlar daha da çoğaltılabilir bir nitelik arz etseler de yapılmış olan bütün tanımları sıralamak yerine, birisinin çıkış noktası olarak alınmasının daha doğru bir yaklaşım olduğu söylenebilir.

Ernest Casirer’in de belirttiği gibi insan semboller üreten bir varlıktır. (Ernest Casirer; İnsan Üzerine Bir Deneme (Çev. Necla Arat),Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1997 ) Semboller insanların anlam haritalarıdır. Semboller bir yandan belirlenmiş ortak anlamlar dolayımıyla insanlar arasındaki ilişkileri düzenlerken, bir yandan da yine insanlar arasındaki ilişkilerin bir sonucu olarak yeni anlam içerikleri kazanırlar. Bu anlamda kültürün bir semboller sistemi olduğunu söyleyebiliriz.( Ali Yaşar Sarıbay, Siyasal Sosyoloji, Uludağ Üniversitesi Yayınları, Bursa, 1996) Kültür doğası gereği toplumsal olan insanın yaşam alanıdır. İnsan yön duygusunu, iyiyi-kötüyü, dostu-düşmanı belirli bir kültür içerisinde öğrenerek toplumsal yaşam içerisinde insanlaşır. İnsanın toplumsal yaşam içerisinde insanlaşması demek insanın potansiyel olarak sahip olduğu niteliklerin ancak toplumsal yaşam içerisinde gerçekleşebilmesi demektir. Kısaca insanın anlam üreten bir varlık olduğunu söyleyebiliriz. Diğer canlılardan farklı olarak insan biyolojik içgüdüleriyle değil anlam dünyası ile yaşar. Yemek, içmek, cinsellik, doğal koşullara uyum gibi zorunlu ihtiyaçlar (fiziksel olarak hayatta kalabilmek için gerekli) insanların diğer canlılarla ortak yönüdür. İnsani nitelikler ya da insanilik bu zorunlu ihtiyaçların ötesinde gerçekleşir. İnsanı anlam dünyası ya da kültür söz konusu zorunlu ihtiyaçların ötesinde bir yere sahiptir. Bu nedenle zorunlu ihtiyaçlarının karşılanması insanın ruhsal ve bedensel sağlığı ve dengesi açısından yeterli olmaz. Bir anlam haritası olmayan, bir değerler sistemi olmayan, kısacası bir yön duygusu olmayan insan yaşam dünyasını yitirmiş bir insandır. Toplum felsefecilerinin intiharı “Anomi” ye bağlamaları bu meyanda tesadüfi değildir. Anomi değerlerde bir çözülüşü, anlam dünyasında bir belirsizliği, kısaca bir yabancılaşmayı ifade eder. Yabancılaşmış insan, yaşamının anlamını ve nedenini kaybetmiş insandır.

İnsanların bir anlam dünyasına sahip olabilmeleri, hemcinsleriyle bir arada olmalarına yani toplumsal bir bağlama sahip olmalarına bağlıdır. Bu anlamda modern yaşam içerisinde insanların geleneksel yaşama göre daha az yüz yüze geldikleri, insanlar arası ilişkilerin daha mekanik ve daha soğuk olduğu iddia edilebilir. Nitekim toplum felsefecileri cemiyetin (toplum) cemaate göre daha soyut olduğunu, cemiyette ilişkilerin daha biçimsel ve daha dolayımlı yollarla kurulduğunu belirtirken bu noktanın altını çizmişlerdir. Yine yabancılaşmanın modern topluma özgü bir kavramlaştırma olması da modern yaşamda anlam dünyasının oluşumunu sağlayabilecek toplumsallıkların zayıflıklarına işaret eder. Fakat bütün insansızlaştırıcı niteliğine rağmen modern toplumda da insanın anlam dünyası ile, anlam haritaları ile var olabildiğini ve bu anlam dünyasının önemli bir bölümünün de çalışma hayatı ile ilişkili olduğunu söyleyebiliriz.

Çalışma kavramı modern döneme kadar olumlu anlam içerikleri atfedilmiş bir kavram değildi. Örneğin antik Yunan kültüründe emek sarf etmek, çalışmak kölelere özgü bir faaliyet sayılmış, insanın ayırt edici bir vasfı olarak değil de diğer canlılarla ortak olan zorunlu ihtiyaçlarının bir sonucu olarak görülmüştür. Antik Yunanlı için insan, bu zorunlu ihtiyaçlarını özel alanda giderdikten sonra, kamusal alanda bu zorunluluklardan azade olmak anlamında özgürce gerçekleştirdikleri siyasal eylemlerle kendini diğer canlılardan ayırabilirdi. (Hannah Arendt, İnsanlık Durumu, Çev.B.S.Şenel, İletişim Yayınları, İstanbul, 1994) Aynı şekilde ortaçağda da çalışma kavramı özellikle hıristiyan düşüncesinin de etkisiyle insanın dünyaya dönük ihtirası olarak telakki edilmiş ve bir kötülük olarak görülmüştür.

Arendt’in de belirttiği gibi, ilk defa modern dönemde çalışma kavramı olumlu bir değer içeriğine sahip olabilmiştir. Arendt bunu çalışmanın, emeğin öne çıkması ve siyasetin, eylemin anlamını kaybetmesi bağlamında siyasetin uğradığı değer kaybının altını çizmek için belirtse de tespiti son derece önemlidir. Modern Hayatın gereklilikleri açısından son derece önemli olan çalışma hayatı modern insanın hayatının da önemli bir bölümünü işgal etmektedir. Modern insan “homo faber” yani çalışan insandır.

Çalışmanın insan yaşamında önemli bir yer tutmasının doğal bir sonucu olarak insanın anlam dünyasının önemli bir bölümünün de çalışma hayatında girdiği ilişkilerin bir sonucu olarak doldurulduğunu söyleyebiliriz. Gerçekten de günümüzde insanın yaşamını anlamlandırdığı bir çok şey çalışma hayatıyla ilişkilidir. Örgütlerin formel yapılarına rağmen bir çok dostumuz, arkadaşımız aynı zamanda çalışma hayatında beraber olduğumuz insanlardır. Onlarla sadece çalışma hayatında değil çalışma hayatının dışında da ilişkilerimizi sürdürürüz. Hepimizi işimizdeki başarımız mutlu eder ve bu başarıyı artırmak için gayret sarf ederiz. İş tatmini, sanılanın aksine ekonomik kazancın ötesinde bir yere sahiptir. İnsan para kazanmaktan çok, başarılı olduğu için tatmin olur. Başarılarımızdan dolayı çevremizden taktir görmek, önemsenmek bizim için para kazanmaktan daha önemlidir. Çalışma yaşamımızda iyiler, kötüler, bize yardım edenler, bizi çekemeyenler, bize rakip olanlar vardır ve bütün bu anlamlandırmalar bizi yaşama bağlar. Beraber çalışmak, iş birliği yapmak, yardım etmek, rekabet etmek; insanın meşgul olması canının sıkılmaması, hayata tutunması demektir. Birçok niteliğimizi, yeteneğimizi çalışma hayatımız içerisinde keşfederiz. Çalışma hayatımız kendimizi gerçekleştirmemize ve bunun bir sonucu olarak ta kendimizi tanımamıza ortam hazırlar.

Çalışma hayatı ile insanın anlam dünyası arasındaki ilişkinin doğru kurulabilmesi için perspektifimizin insan merkezli olması gerekir “İnsan yaşamak için çalışır” düşüncesinin yerine “insan çalışırken de yaşar” düşüncesinin konulması gerekir. Bu yaklaşım insanı üretim, verimlilik, ussallık gibi bir takım amaçlar için araç olarak görmeyip, insanı mekanikleştiren onu bir üretim aracına bir metaya indirgeyen her türlü yaklaşımın sorgulanmasını gerektirir. Son zamanlarda yönetim bilimi, işletme, çalışma psikolojisi, çalışma sosyolojisi gibi çalışma hayatıyla ilgili disiplinlerin akademik yazınında insanın önemsendiği, merkeze alındığı bir yaklaşım ağırlık kazanıyor gibi gözükmekle birlikte bunun ne derece yeterli ve samimi olduğu konusu tartışmalıdır. Öyle görünüyor ki, teknolojideki, kitle iletişim araçlarındaki gelişimin devasa boyutlara ulaştığı günümüzde, mühendislik artık bir çeşit “duygu mühendisliği” (Motivasyon konusunda yapılan bütün bilimsel araştırma ve çalışmalar bu etiket ile nitelenebilir. Taylorizmin insanın fiziki olarak etkin kullanılması anlayışına karşın, Neo-Klasik -Beşeri İlişkiler Yaklaşımı- Yaklaşım bir adım daha ileri giderek insanı hem fiziki hem de duygusal (içsel) yönleriyle denetim altına almayı amaçlar) hüviyetine bürünmüş, insanın en mahrem alanlarına girmiş ve en saklı özelliklerini hesap edebilir hale gelmiştir. Sözgelimi “toplam kalite yönetimi” gibi insanın daha çok önemsendiği belirtilen yaklaşımların arkasında kalitenin ve verimliliğin arttırılması için insanın önemli olduğu etiketi altında, insanın en mahrem, en bakir özelliklerinin seferber edilmesi anlayışının yatmadığı nasıl iddia edilebilir?

62202 kez görüldü, 0 kez indirildi.

<< --
 
EBSCO
PROQUEST
CABELLS DIRECTORY
INDEX COPERNICUS
SOCIOLOGICAL ABSTRACTS
ASOS Akademia Sosyal Bilimler Index
Üye Girişi
DUYURULAR/HABERLER
Dergide yayınlanan yazılardaki görüşler ve bu konudaki sorumluluk yazarlarına aittir.
Ampirik veriler, değerlendirme sürecinde hakem veya hakemler tarafından talep edilirse, yazar veya yazarlar ilgili verileri paylaşırlar.
Bu verilerin bir başka çalışmada kullanılmaması esastır.
© 2000 - 2024 İş,Güç Endüstri İlişkileri ve İnsan Kaynakları Dergisi