Prof.Dr. Veysel BOZKURT
Tarih boyunca iktidarların en önemli araçlarından birisi olan “gözetim”in kökleri çok eskilere kadar gitse bile, toplumsal yaşamda asıl ağırlığını modern zamanlarda hissettirmeye başlamıştır. Özellikle ulus –devletlerin ve büyük ölçekli bürokratik örgütlerin gelişimine paralel olarak, gözetimin de yaygınlaşmasına tanık olunmuştur.
Sosyal teoride, sistematik izleme olarak adlandırabileceğimiz gözetim konusuna, ilk olarak Karl Marx dikkati çekmiştir. Marx’a göre gözetim, emek ve sermaye arasındaki mücadelenin bir unsurudur. Köleliğin ortadan kalkması ve kapitalizmin gelişimine paralele olarak, emeğin eski yöntemlerle çalıştırılması imkansızlaştırılmıştır. Biçimsel olarak özgür hale gelmiş olan işçilerin düşük maliyetle en yüksek üretimi sağlayacak şekilde çalışabilmeleri için, kapitalist yöneticiler kendilerini işçileri denetlemek zorunda hissetmişlerdir. Bu sebeple işçileri gözetlemek / izlemek ve disiplin altına alınmalarını sağlamak için, günümüzde “yönetim” olarak bildiğimiz şey gelişmiştir. İşçileri fabrikalarda ve atölyelerde bir araya getirme fikri sık sık, teknik verimliliği azamiye çıkarmanın, makinelerin tam kullanımını sağlamanın bir yolu olarak görülmüştür. Oysa Marx’a göre fabrikaların kullanımı, işçilerin faaliyetlerinin gözetim yoluyla, emeğin disiplinin sağlanması, en az ötekiler kadar önemlidir (Lyon, 43). Biraz tek yanlı da olsa Marx’ın görüşleri, modern gözetim kavramının anlaşılması bakımından önem taşımaktadır.
Bir anlamda Marx’ın ruhuyla hesaplaşarak görüşlerini geliştiren Max Weber(s.193) ise, rasyonel örgüt modeli olarak gördüğü bürokratik yönetimlerin özelliklerinden birinin “ayrıntılı kayıt ve dosyalama” olduğunu belirtmiştir. Weber’in verimliliği azamiye çıkarttığını söylediği bu sistem, bir yazara göre aslında “azamiye çıkartılan bir sosyal denetimdir.”
Bilim adamlarının dışında da yeni teknolojilerin gelişim sürecine paralel olarak ağırlık kazanan modern gözetimin tehlikelerine dikkat çeken çalışmalar mevcuttur. Bunların başında hiç kuşkusuz, Orwell’ın baskıcı Stalin yönetiminden ilham alarak yazdığı söylenilen 1984 romanı gelmektedir. Orwell büyük bir uzak görüşlülük ile yazdığı ünlü romanında, Büyük Birader adını verdiği dev bir bürokratik organizasyon tarafından vatandaşların 24 saat gözetim altında tutulduğu bir toplumu son derece çarpıcı biçimde anlatır. Orwell’ın çizdiği karanlık senaryo, vatandaşların düşüncelerinin dahi denetlendiği, totaliter bir topluma doğru gidildiği şeklindedir.
Ancak gözetim konusunda en çarpıcı ve etraflı analiz postmodern teorinin en önemli isimlerinden Michel Foucault’dan gelmiştir. Foucault gözetimi sadece örgütler açısından değil, toplumun genelinde daha geniş bir disiplin bağlamında ele almıştır. Foucault’dan sonra gözetim, sosyal teoride merkezi bir öneme sahip olmuştur. Ona göre modern toplumun kendisi disipliner bir toplumdur. Bu toplumda iktidar teknikleri ve stratejileri daima var olmuştur. Bunlar başlangıçta ordular, hapishaneler ve fabrikalar gibi belli kurumlar içinde gelişseler bile etkileri sosyal hayatın dokusuna nüfuz etmiştir (Lyon,44).
Foucault(245-285), modern toplumda gözetimi anlatmak için, Bentham’ın “panopticon hapishanesi” metaforunu kullanmıştır. Bentham’ın panopticon’u bu düzenlemenin mimari biçimidir. Bunun ilkesi bilinmemektir: çevrede halka halinde bir bina, merkezde bir kule; bu kulenin, halkanın içi cephesine bakan geniş pencereleri vardır. Çevrede bina hücrelere bölünmüştür; bunlardan her biri binanın tüm kalınlığını kat etmektedir. Bunlardan biri içeri bakan ve kuleninkilere karşı gelen, diğeri de dışarı bakan ve ışığın hücreye girmesine olanak veren ikişer pencereleri vardır. Bu durumda merkezi kulede tek bir gözetmen ve her bir hücreye tek bir deli, bir hasta, bir mahkum, bir işçi veya bir ilkokul çocuğu kapatmak yeterlidir. Geriden gelen ışık sayesinde çevre binaların içindeki küçük siluetleri olduğu gibi kavramak mümkündür. Burada her oyuncu tek başınadır, tamamen bireyselleşmiştir ve sürekli olarak görülebilir durumdadır. Görülmeden gözetlemeye olanak veren düzenleme, sürekli görmeye ve hemen tanımaya olanak veren mekansal birimler oluşturmaktadır. Sonuç olarak hücre ilkesi tersine döndürülmekte veya daha doğrusu onun üç işlevi -kapatmak, ışıktan yoksun bırakmak ve saklamak- ters düz edilmektedir. Bunlardan yalnızca birincisi korunmakta ve diğer ikisi kaldırılmaktadır. Tam ışık altında olma ve bir gözetmenin bakışı, aslında koruyucu olan karanlıktan daha fazla yakalayıcıdır.
Foucault’ya göre görünürlük bir tuzaktır. Panopticon’da mahkum görülmekte, ama görememektedir. Bir bilginin nesnesidir, ancak iletişimin öznesi olamamaktadır. Panopticon’un büyük etkisi de buradan kaynaklanmaktadır; tutukluda iktidarın otomatik işleyişini sağlayan bilinçli ve sürekli bir görünebilirlik hali yaratmak.
Panopticon, çok farklı arzulardan hareketle, türdeş iktidar etkileri imal eden, harika bir makinedir. Gerçek bir tâbi olma durumu, hayali ilişkiden mekanik olarak doğmaktadır. Öylesine ki, mahkumu iyi davranmaya, deliyi sakin olmaya, işçiyi çalışmaya, okul çocuğunu özenli olmaya, hastayı tedaviye uymaya zorlamak için güç kullanmaya gerek kalmamaktadır. Artık demir parmaklıklara ve kocaman kilitlere gerek yoktur.
Gözlem mekanizmaları sayesinde, insanların tutumları üzerinde daha etkin olmakta, daha fazla nüfuz olanağı sağlamaktadır. İktidarın tüm ilerlemelerin üzerinde bir bilgi artışı yer almakta ve bu iktidarın icra edildiği bütün yüzeylerin üzerindeki bilinecek nesneleri keşfetmektedir.
İktidar olağandışı bir belanın karşısına dikilmekte ve kendini her yerde mevcut ve görünür hale getirmekte, yeni çarklar icat etmektedir. Bölümlere ayırmakta, hareketsiz kılmakta ve çerçevelemektedir. Ayrıca gözetim sürekli bir kayıt sisteminden de destek almaktadır. Panopticon makinesinden kaynaklanan iktidar artışının tiranlığa dönüşme tehlikesi yoktur. Disiplin düzeneği demokratik olarak denetleyecektir. Foucault’ya göre, özgürlüğü keşfeden Aydınlanma Çağı, disiplinleri de keşfetmiş ve modern toplum bir anlamda “gözetim” ve disiplin”in egemen olduğu bir toplum haline gelmiştir.
-GÖZETİM TOPLUMU, GİZLİLİK VE YENİ TEKNOLOJİLER
Foucault’un son derce çarpıcı bir biçimde ortaya koyduğu, “bir veya daha çok kişinin iletişim ya da eylemin sistematik olarak araştırılması ya da izlenmesi” (Bogonolikos) olan gözetim kavramı son dönemde, internet gibi enformasyon teknolojilerinin gelişim sürecine paralel olarak özel bir önem kazanmıştır. Bu sayede toplanan kişisel enformasyonun miktarı sürekli artmıştır. Enformasyon teknolojileri, potansiyel olarak olağanüstü kalabalık bir kitleyi, gözlemciler için görünmeksizin ya da bilinmeksizin izlenebilir hale getirmiştir.
Ayrıca geçmişin teknolojilerinden farklı olarak enformasyon teknolojileri bilgiyi depolayabilmektedir. Yeni teknolojiler Bentham’ın panopticon tasavvurunun potansiyel bir aracı haline gelmiştir (Gary T. Marx).
Enformasyon sızmaları günümüzde aşırı boyutlara ulaşmıştır. Kamusal ve özel hayat arasındaki hat zayıflamıştır. Bu görüşlerden hareketle Gary T. Marx, gözetim toplumu kavramını ortaya atmıştır. Ona göre gözetim toplumu, bilgisayar teknolojisiyle, bütünsel denetimin önündeki engellerin yıkıldığı bir alanı ifade etmektedir. Yeni teknolojiler, gözetim potansiyelini sürekli arttırmaktadır. Marx’a göre içinde yaşadığımız gözetim toplumunda artık hepimizin gizliliği tehdit altındadır.
Aslında gerek ulusal gerekse uluslar arasıantlaşmalarda bugün gizlilik hakkı koruma altına alınmıştır. Örneğin BM İnsan Hakları Bildirgesi’ne göre gizlilik temel bir insan hakkıdır. Yasalar, özel yaşamın gizliliğinin korunmasına yönelik çok sayıda düzenleme getirmektedir. Resmi otoriteler de dahil, herkes, başkalarının gizlilik hakkına ve özel yaşamının mahremiyetine saygı göstermek zorundadır. Bunun tek istisnası yasaların çiğnenmesi olabilir ki; o da kanunlarla düzenlenmiştir.
Ancak teorik olarak gizlilik hakkının totaliter yönetimler dışında tüm ülkeler kabul etmekle birlikte neyin gizlilik kapsamına girdiği konusunda uygulamada ciddi sorunlar mevcuttur. İlk defa, 1890’da Harward Law Review’da Warren ve Brandies, gelişen teknolojinin gizlilik hakkını tehlikeye atmasına dikkat çekmişlerdir. Onlara göre gizlilik “yalnız kalma hakkıdır”. Warren ve Brandies , geçtiğimiz yüzyılda fotoğrafın yaygınlaşmasının gizlilik hakkını tehdit ettiğini iddia etmişlerdir.
Daha sonraki yıllarda gizliliğin şüphesiz başka tanımları da yapılmıştır. Örneğin bir başka yazara göre gizlilik, sizin hakkınızdaki kişisel enformasyonun korunabilmesi hakkıdır (Bonavia,25-30). Yine gizlilik, bireylerin, grupların ya da kurumların ne zaman, nasıl ve ne miktarda enformasyonu diğeriyle etkileşimde verebileceğini belirleyebilmesidir. Ancak elektronik alanda neyin özel neyin kamusal olduğunun ayrımını yapabilmek son derece güçtür (Bogonikolos). Nitekim yeni teknolojilerin artışı, özel alanın sürekli daraltılması şeklinde algılanmaya başlanmıştır. Teknolojik gelişme bu hızla giderse önümüzdeki dönemde gizliliğin ortadan kalkacağına ilişkin kaygılar artmaya başlamıştır.
Gizliliğin tehdidi bir çok kaynaktan gelmektedir. Örneğin günümüzde medya bunun en önemli kaynaklarından birisini oluşturmaktadır.
Bunun yanısıra resmi otoriteler daha sağlıklı kamu hizmetleri sunmak, suçlularla mücadele etmek, vergi toplamak gibi makul nedenlerle düzenli olarak sıradan insanlar hakkında enformasyon toplamaktadır. Amerika, İngiltere, Kanada ve Avustralya gibi ülkeler suçluların ulusal DNA verilerini kayıtlara geçmektedir.
Yine enformasyonun güç olduğunu bilen büyük işletmeler de sokaktaki insan hakkında sürekli olarak veri toplamaya, bunları biriktirmeye ve eşleştirmeye devam etmektedir. Hemen hemen hiç kimse kendisi hakkında nerelerde, ne gibi verilerin toplandığını bilememektedir. İşletmelere yönelik olarak “junk – mail” uygulaması en çok şikayet konuları arasındadır. Ancak bunun enformasyon buzdağının sadece görünen yüzü olduğuna ilişkin yaygın bir kanaat vardır.
Ticari ve kamu otoritelerinin veri bankalarındaki kişilere ilişkin verilerin hacmi, bilgisayar teknolojisindeki ilerleme ile son yıllarda sıçrayarak büyümüştür. En çok bilgisayarlaşmış toplumların başında gelen ABD bu yolun öncüsüdür. Fakat diğer ülkelerde bu yolun çok gerisinde değillerdir.
Bilgisayarlardaki ilerleme ikili bir etkiye sahip: onlar sadece enformasyonu toplamayı kolaylaştırmıyor; aynı zamanda, analiz etme yeteneğine sahipler. Kredi kartları ile yapılan alışverişler, telefon konuşmaları, süpermarket kayıtları ve diğer finansal işlemler sıradan vatandaşın bütün günlük yaşamına ilişkin verileri bilgisayarların hafızalarında depoluyor. Örneğin The Economist’e göre Acxiom Corporation in Conway adlı tek bir şirket, veri bankasında Amerikan hane halkının yüzde 95’inin kamusal ve tüketim enformasyonunu muhafaza edebiliyor. Son dönemde olağanüstü bir hızla yayılan internet teknolojisi ile birlikte gözetimin artışı daha fazla ivme kazanmıştır.
-İNTERNET VE GÖZETİM
Bugüne kadar internet konusunda temelde iki yaklaşımdan bahsedilebilir. Bunlardan birincisi “ilerlemeci” bir anlayış içerisinde bu teknolojinin özgürleştirici etkisini ön plana çıkarmaktadır (Mathews).
Bu yaklaşıma göre, internet “bilgi parmaklarınızın ucunda” sloganında olduğu gibi, bir bilgiyi bir yerden başka bir yere olağanüstü bir hızla taşımaktadır. Enformasyonun / bilginin güç olarak algılandığı bir çağda bu teknoloji, bir çok araştırmacı / uygulamacı için olağanüstü geniş imkanlar sunmaktadır.
Bunun yanı sıra, internetin “anarşist” karakteri, denetimden uzaklığı, zaman ve mekandan bağımsızlığı, otoriter yönetimleri çok daha fazla sınırlandırma etkisine sahiptir. Bir merkezin olmadığı siber uzayda insanlar, otoriter yöneticilerden bağımsız, taleplerini daha kolay ifade edebilir hale gelmişlerdir. Özellikle otoriter yönetimler içindeki muhalif gruplar bu teknoloji sayesinde uluslar arası normlara ters düşen uygulamaların önlenmesi konusunda dış dünyadan daha kolay destek bulabilir hale gelmişlerdir.
Ölçek kavramı siber uzayda, fiziki mekana göre daha az önemli hale gelmiş ve bireyler geçmişte hiç olmadığı kadar önem kazanmışlardır. Özellikle internetin “anonim” karakteri arkasından insanlar, her türlü düşünceyi gözlerden uzak ifade edebilir hale gelmişlerdir. Öte yandan Lewinsky olayında da görüldüğü gibi internet, yöneticiler üzerinde bir “toplumsal denetim” aracı haline de dönüşebilmektedir.
Bu görüştekiler kendilerine, aralarının iyi olduğu dönemde “Sovyetler Birliği’nde uluslar arasıhaberleşmeyi sağlayacak dev bir telefon santrali kuralım” diyen Troçki’ye Stalin’in “Zamanımızda bundan daha büyük bir karşı devrim düşünemiyorum” sözünü baz almışlardır. Yani bunlara göre Stalin’in bahsettiği “karşı devrim” gerçekleşmiştir ve enformasyon devriminden sonra, artık bir yeni bir Stalin’in çıkması imkansız hale gelmiştir.
Dolayısıyla internet / enformasyon çağı toplumları, artık daha özgür ve demokratik toplumlardan oluşacaktır. Bu “teknolojik determinist” yaklaşım, modern sosyal teorideki ilerlemeci gelenek ile örtüşme halindedir. Buna karşılık teknolojik determinizm geleneğine karşı çıkan ve teknolojinin de sosyal olarak inşa edildiğini savunan diğer bir bakış açısı ise, internet gibi enformasyon teknolojilerinin tek başına bir değişim ajanı olamayacağını, tam aksine kurulu düzenleri pekiştirici bir etki (Laslo) yapacağını savunmuşlardır.
Öte yandan internetin en ironik tarafı büyük ölçüde anarşistler tarafından inşâ edilmiş, fakat ordu için finanse edilmiş olmasıdır. Her iki taraf da teknolojinin rüyalarını gerçekleştirebileceğine inanmışlardır. Anarşist ya da tekno – liberteryanların rüyasına göre, bilgisayarlar vücutsuz özgürlüğü mümkün kılacaktır. Ordunun onda gördüğü ise, dev bir bürokrasi inşâ edeceği şeklinde olmuştur. İşin tuhaf tarafı iki tarafın da haklı olmasıdır (Brown).
Bir taraftan özgürlüğün teknolojik alt yapısını hazırladığı belirtilen internet, diğer taraftan da, sıradan insanlar hakkında kişisel enformasyonun hiç hayal edilmedik düzeyde ortaya çıkmasına yol açmıştır. Öyle ki, günümüzün global köyünde, postane müdiresi artık bütün köylüler hakkında her şeyi bilir hale gelmiştir (Brown, Mc Cune). Dünyayı izlemekle görevli resmi otoriteler, ağ üzerindeki milyonlarca insanı çok daha kolay izleyebilir hale gelmişlerdir. Ya da belirli ülkelerde potansiyel muhalifler daha kolay tespit edilebilmektedir.
Özellikle sıradan insanların özel yaşamlarına ilişkin bir çok ayrıntıyı içeren bu bilgiler, günümüzde giderek artan bir biçimde kamusal alan karşısında özel alanın daraltılması biçiminde ortaya çıkmaktadır. Bu da özel yaşamın gizliliğine ilişkin kuralın sık sık ihlâl edilmesi kaygılarını da beraberinde getirmektedir. Şüphesiz bugüne kadar özel alan / kamusal alan kavramları arasındaki sınır hep muğlak kalmıştır (Boal, Wax, Mc Cune). Bu kavramların içerikleri ideolojiler ve kültürlere göre farklılaşmıştır.
Özellikle de bireyselliğin güçlü olduğu toplumlarda özel yaşam ve gizlilik konusundaki duyarlılıklar daha fazla olmaktadır. Örneğin enformasyon teknolojilerinin en yaygın kullanıldığı ve bireyselliğin bir toplumsal karakteristik olarak görüldüğü Amerika’da bireylerin internetten uzak kalmalarının en önemli sebeplerinden birinin gizlilik olduğu (Mc Cune) ifade edilmiştir. Haris – Westin kamuoyu araştırma şirketinin bir çalışmasına göre 1997’de Amerika’da halkın yüzde 92’si gizliliklerinin tehdit edildiğini düşünmektedir..... Bu ‘70’lerden beri en yüksek oranı oluşturmaktadır ( Boal, Mc Cune). Bir başka çalışmaya göre ise, son 15 yılda Amerika’da vatandaşların gizlilik konusundaki kaygıları yüzde 65’ten 90’a çıkmıştır (Pelton, Joseph N.). Yine Amerikan Ticaret Komisyonunun bir araştırmasına göre Amerikalıların yüzde 80’i toplanan enformasyonun ne yapılacağı konusunda kaygılıdır. Gizlilik savunucuları ile, enformasyon toplayıcıları arasındaki mücadele artarak sürmektedir.
Bir araştırmaya göre (ZD Net), bugün internette online ticaret yapan sitelerin yüzde 93’ü tüketicilerinden kişisel enformasyon toplamaktadır.
Buna karşılık yüzde 57’si demografik enformasyon toplarken, yüzde 56’sı her ikisini birden topladığını ifade etmektedir. Enformasyon toplamadığını söyleyenlerin oranı yüzde 7’dir.
Ancak sadece tüketicilerin değil, büyük işletmelerin de gizlilikleri tehdit altındadır. Nitekim internete bağlı büyük işletmelerin yüzde 70’i ciddi güvenlik problemi ile karşı karşıya kaldıklarını beyan etmiştir. Aynı kaynağa göre online alışveriş yapanların yüzde 53’ü güvenlik kaygısı yaşadıklarını beyan etmişlerdir. Buna karşılık yüzde 13 gibi küçük bir grup kaygı duymadığını ifade etmiştir.
Günümüzde online gizlilik, sıradan vatandaşından, büyük örgütlere kadar herkesin sorunu haline gelmiştir. İnternette yaşanan mevcut kaygıları muhtelif gruplar açısından şu şekilde sıralayabiliriz (Bogonikolos):
Kamu otoriteleri ile ilgili artan kaygılar: Hassas enformasyon ve devlet sırları; tele bankacılık; vergi kayıtları; kritik altyapı sistemlerinin işlenmesinde kullanılan veriler; elektronik mail ile alınan kamu sözleşmeleri
İşletmelerle İlgili kaygılar: Sözleşmeler; fatura ve diğer düzenlemeler; gizli işlemlerde kullanılan lisans ve uluslar arası haklar; siparişlerin kredi kartı ile ödenmesi; online alınan ödemeler
Tüketiciler ve bireylerle ilgili kaygılar: Kredi kartıyla yapılan ödemeler; online ödemeler; sözleşme ve antlaşmalar; tele bankacılık gibi elektronik finansal işlemler.
Bu kaygılar içinde belki önemli olanı tüketiciler ya da sıradan insanların yaşadıklarıdır. Çünkü gerek resmi örgütler, ellerindeki nitelikli personel sayesinde daha sağlam güvenlik duvarları oluşturabilirler; fakat sıradan insanlar için güvenlik önlemlerinin aynı düzeyde kullanımı mümkün gözükmemektedir. Üstelik onların çok büyük bir bölümü, kendilerinin gizlilik haklarının ihlal edildiğinin tümüyle farkında değillerdir.
Bugüne kadar interneti en çekici hale getiren unsurlardan birisi, onun anonim karakteriydi. Ancak, İntel’in Ocak 1999 ilân ettiği, kişisel bilgisayarların düzenli bir biçimde tanımlayacak microçip üretim projesi, internetin anonimlik karakterinin yok olması ve gizliliğin daha çok ihlâli olacaktır. Bu da elektronik gözetimde yeni bir dönem anlamına gelecektir (Bogonikolos). Artık kişisel özellikleriniz, alışkanlıklarınız internet üzerinde daha kolay izlenebilir hale gelecektir (Tesoro).
Günümüzde medyada sık sık şu tarz “dijital konfor” yorumlarına tanık olunmaktadır. Önümüzdeki dönemde konuşan bir buzdolabı, ev sahibi tıraş olurken günlük haberleri size veren bir ayna.... ayrıca otomasyon sayesinde örneğin kahveniz siz kalktığınızda hazır olacak, pizza ya da lazanyanız, sofraya oturacağınız zaman kıvamında pişmiş olarak önünüze gelecek ve tüm ev cihazlarınız internet ağına bağlı olacak. Dolayısıyla siz evde olmasanız bile bunları uzaktan kumanda edebileceksiniz.
Bu önümüzdeki 10 yıl içinde çizilen senaryo gerçekleşirse, artık sıradan insanların neler yediğini, neler okuduğunu, hangi kahveyi içtiğini, neler satın aldığı, hattâ biraz ileri gidersek sevgileriyle neler konuştuğunu, hangi sağlık sorunlarına ya da hobilere sahip olduğu gibi özel yaşamın en ince ayrıntılarına –mevcut güvenlik duvarını aşabilenler- ulaşabileceklerdir.
Bugün enformasyon teknolojilerini yoğun bir biçimde kullanan dijital vatandaşlar, diğerlerinden daha fazla gözetim altındadırlar. Örneğin kredi kartları ile yapılan alışverişler, internet üzerinden gerçekleşen ticari işlemler, internette ziyaret edilen web siteleri, muhtelif mağaza ve caddelerdeki güvenlik kameraları, sıradan insanları sürekli gözetim altında tutmakta ve bir yerlerde sürekli kayıtlar yapılmaktadır.
Üstelik bu gözetim Foucault’nun panopticon metaforunda olduğu gibi, izleyenlerden habersiz bir biçimde gerçekleştirilmektedir.
Türkiye 1982 Anayasası’nın “Özel Hayatın Gizliliği ve Korunmasına ilişkin 20. maddesi herkesin “özel hayatına ve aile haklarına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahip olduğu”nu ve “özel hayatın... gizliliğine dokunulmayacağını” belirtmektedir.
Ancak bütün bu anayasal düzenlemeye rağmen, bu kuralın tam uygulanabildiği konusunda kuşkular vardır. Özellikle medyaya da yansıyan bazı resmi görevlilerin ve şebekelerin izinsiz telefon dinlemesi türü olayları dikkate alındığında benzer gizlilik sorunlarının internet kullanımının yaygınlaşmasına paralel olarak çok daha artma riskini içinde barındırmaktadır.
Türkiye açısından gözetim ya da gizlilik konusu üzerinde yeterince durulduğunu söyleyebilmemiz güç. Burada internet teknolojisini daha sınırlı düzeyde kullanıyor olmamız yanında, bireysellik konusunda bize özgü kültürel karakteristiğimizin de belli düzeyde rolü olabilir.
Bunun yanında bazı insan hakları grupları, yeterli koruma açığı olan gelişmekte olan ülkelere ihraç edilen teknolojilerle ilgili olarak, endişelerini ifade etmektedirler (Simon Davis). Bu belli bir düzeye kadar bizim için de geçerli olabilir.
Özetle belirtmek gerekirse, internet çağında gizlilik, en önemli sorunların başında gelmektedir. Kamusal ve özel alan ayırımı daha çok güçleşmiş ve özel alanın sürekli daralması ile karşı karşıya kalınmıştır.
İçinde yaşadığımız çağda sıradan vatandaşlar Orwell’ın Büyük Biraderler, Foucault’nun panopticon metaforunda olduğu gibi daha çok gözetim altında olma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Ancak Orwell’ın Stalin yönetiminden mülhem çizdiği türden bir yönetimin gerçekleşmeyeceği ortaya çıkmıştır. İnsanlar üzerinde artık eskisi kadar fiziki güç kullanma ihtiyacı da kalmamıştır. Yeni teknolojiler yaygınlaştıkça bu yoldaki ihtiyaç azalma trendine girmiştir. Sürekli gözetim altında olduğunu düşünen insanlar, çok daha “uysal” yaratıklara dönüşmektedir.
Bu sebeple internet çağının toplumu ne tek başına daha çok demokrasinin, bireyselliğin ve daha çok özgürlüğün toplumu olarak tanımlamak, ne de gizliliğin tümüyle yok olduğu Orwellvari bir toplum olarak nitelendirmek mümkündür. Muhtemelen önümüzdeki dönemde, özgürlük ve gözetim arasındaki çelişki, diyalektik bir süreçte karşılıklı olarak birbirlerini besleyerek yeni sentezler oluşacaktır.
Bu makale Birikim Dergisi Ağustos 2000 (sayı no: 136) sayısında yayımlanmıştır. Makale yazarın izni ile dergimizde yayımlanmıştır.
65926 kez görüldü, 5 kez indirildi.